
Herkese tekrardan selamlar sevgili Frizbi Tv sakinleri! Umarım iyisinizdir ve umarım hepiniz Kuş Uçuşu izlemişsinizdir. 3. sezonu ile Netflix kütüphanesinde yerini alan dizi, yine oldukça akıcı bir sezon sunuyor bizlere. Özellikle karakter yüzleşmeleri, karakterlerin ilk sezondan bu yana geçirdiği değişimler, dizinin sezon ilerledikçe yabancılaşmayan dünyası bizi kendine çekiyor. Bu sezon daha çok eski kuşak haberciler ile yeni kuşakların çatışması vardı.
Sezona Lale Kıran’a kurulan o meşhur komplo ile başladık. Olaylar yerli yerine oturdu derken bir mesajla Lale’nin hayatı tekrar değişti..

Lale, ilk sezonlarda kendinden asla taviz vermeyen, dediğim dedik ve ideallerinin peşinden giden biriyken bu sezon onda bir vazgeçme hali hakimdi. Başına gelenlerden, aşk sarhoşu olmasından ve çocuklarına olan bağlılığından dolayı atardamarı olan mesleğini tek kalemde silmek istedi. Ancak hayat öyle bir şey ki istesen de kaderin olandan kaçamazsın. İçinde yapmak istediklerine karşı bir tutku besliyorsan o tutkudan kaçamazsın. Lale de kaçamadı. İftiraya uğradı,çocuklarının gözü önünde tüm ülke onu konuştu, gururu ayaklar altına alındı. Vazgeçmek istedi, savaşmaya gücü yok sandı. Ancak oda biliyordu ki o güç onun içindeydi.
Bu sezon, Lale’yi düştüğü yerden kaldıran sürpriz bir isimdi. Aslı, sonunda Lale’ye olan sevgisini, hayranlığını kabullendi ve ördüğü o yüksek duvarlarını yıktı. Lale’yi elinden tutup olması gereken yere, koltuğuna ve ekranına getirdi.
“Lale Kıran olmayı bir sen taşıyamadın.” dedi ona. Çok şey anlattı aslında. Lale Kıran bir otoriteydi ve o otoritenin kırılması hiç de kolay değildi. Lale, er ya da geç bunu fark etmeliydi.

Aslı kuş, ilk sezondan beri yaşadığı “kimlik bunalımı” sorununun üzerine daha çok gitmiş gözüküyor. Özgüveni biraz olsun yükselmiş olsa da içinde bir yerlerde hala o varoluş sancısı devam ediyor. Hala yalnızca savaşarak varlığını sürdürebileceğini zannediyor. Bunca zaman verdiği emek ile işlediği yerinin gidebileceği onun tek korkusu. Öyle bir korku ki selam bile vermeyeceği insanlara boyun eğmesini sağlayan.. Aslı Tuna, ne yaptı etti kendini sektöründe bir şekilde var etti. Ama kötülük ama iyilikle. İlginç olan, kendisi de hangi tarafta olduğunu çok iyi ezberlemiş.
Ancak bu sezon Aslı cephesinde gördüğümüz en önemli değişim Lale’ye olan sevgisini dışa vurmasıydı. O yüksek egolarından arınıp hayran olduğu kadın olan idolü Lale’yi sahiplendi, elinden tuttu ve kendisiyle aynı düzleme koydu. Derdik ki bu ikisi asla yan yana gelemez. Gördük ki birlikte program bile sundular.. Büyük aşklar, büyük nefretle başlardı her zaman. Yine öyle oldu. Nefret, aşkın ve sevginin yerini alır gibi gözükür ama aslında onları daha da güçlendirir. Nefret aslında aşka sevgiye verilen ara gibidir, bir yanar bir söner..
Aslı Tuna markasını koruma mücadelesinde bu defa sona gelindi. Ancak bu seferki son, gerçekten bir son değildi. Bu sefer gerçekten bir başlangıçtı. Aslı kuş öyle birisi ki düşüşü de zirveyi de dibine kadar yaşıyor. Göz yaşı ise kova kova, kahkaha ise en şen olanından. Derler ya dibe düştüğünde yukarı çıkmaktan başka çare yoktur diye.. Tam da öyle bir an gelip çattı işte..

Diziye dair en sevdiğim ilişki Aslı-Yusuf ilişkisi. Aslında bu ilişki de aşk – nefret sınırında geziyor. Büyük çatışmalar, büyük tutkular doğuruyor aslında. Demiştim ya nefret aşkı sevgiyi besliyor diye.. İşte Yusuf’un içindeki nefret de onun aşkını ilmek ilmek işliyor. İçinde ettiği kavgaya yenik düşüp düşmanını yakınında tutuyor. Aslı ise kariyerini gururundan ve aşkından bile önde tutuyor. Yusuf’a olan aşkını ördüğü yüksek duvarlar engelliyor. İnkâr ediyor içinde savaşlar veriyor, olmuyor. İki ayrı çaresiz kuşun verdiği üstün “aşkı unutma” çabası sonuç vermiyor.
Yusuf, her ne kadar Aslı için hırslı dese de kendisi de bir o kadar hırs sahibi fakat bunun için Aslı’nın girdiği o karanlık yollara gitmeyip kendi iç savaşını vermeyi seçiyor.

Bu sezonun şüphesiz en baskın karakteri Güliz oldu sanırım. Hikayenin üstündeki etkisi oldukça arttı. Haber dünyasında deprem yarattı diyebiliriz. Yusuf’a olan takıntılı halleri onun handikapı oldu. Aslı’nın Yusuf ile bağlantısını keşfedemeyip hiç şüphe bile etmemesi karakterin pek de zeki olmadığını gösterse de Aslı’nın da iyi bir manipülator oldu gibi gösteriyor. Şifanur Gül Güliz’i oynamamış yaşamış. Her ne kadar sevmediğimiz bir karakter olsa da bunda kendisinin oyununun payı var.
Bunun yanı sıra Güliz meselesi böyle kapanmamalıydı, sektöre dair gram bilgisi olmayan bir karakterin herkesi alt etmesi pek de mantıklı değil. En azından Güliz’in tek başına kalıp bu işlerden çekilmesini, kanalın battığını izlemeyi isterdim. Diğer tüm karakterlerin batışını izlemeyi değil.

Şüphesiz dizinin en kötü karakteri Gül. Bana göre korkunç bir insan. Koltuk için karakterini, arkadaşlarını, ekmek yediği kanalı satabilecek biri. Müge’nin sunucu olmasını bile kendi koltuğunu geri almak için istemesi korkunç. Kaldı ki stresten hastalanmış biri için sevinmek pek de insanlığa sığmıyor.
Herkese üstten bakan, her konuşması ima içeren, makam mevkii görünce tepetaklak değişen kibir abidesi Gül’ün bitik hallerini bize izletmediniz kırgınım. Yine de şu bir gerçek ki oyundaki en iyi hamleyi yapan kesinlikle Gül oldu, adeta bir satranç oynar gibi yapacağı her hamleyi en ince ayrıntısına kadar düşünerek hareket etti.
Kenan’a olan ilgisinden ve kendi koltuğu gitmesin diye yaptuklarından kaç kişi etkilendi. Ama Gül, ne ileri gidebildi ne de geri..

İzlerken en çok üzüldüğüm karakter Müge oldu. Kendisi bunca yıl önüne gelecek şansı beklemiş, olmamış. Çok istemiş, çok. Ancak istemekle de olmuyor olsa gerek Müge, üzerine gelen o parlak ışıklara alışamadı. Stresle baş edemedi. Saçlarını bir bir kaybetti. İçinde biriken ve içini, santim santim kemiren o hırsının kurbanı oldu.
Başlarda yapar zannettim, Müge yeni bir yıldız olmalıydı çünkü. Ama sonra dedim ki bir Lale Kıran kolay yetişmiyor. Ancak Müge Türkmen de boş değildi. Kısaca “mecburiyetten” boşalmış bir koltuk, kişisel hırslarla da geri alınmazdı.. Müge’yi düşüren yine kendisinin bitmeyen hırsları oldu.

Lale ve Kenan aşkına başlarda çok sıcak baksam da bu sezon öyle olmadı. Kenan’ın çok daha toksik çok daha bencil bir yönünü gördük. Lale’nin çocukları, ailesi, düzeni Kenan’ın önünde gelirken Kenan kendisini bunların önünde tuttu. Lale’nin hayatındaki tek ve önemli kişi olmak istedi. Lale ise bu aşkı çocukları ile aynı hayata dahil etmek istemedi.
Selim ve çocukların Lale’nin hayatının olmazsa olmazları olduğunu Kenan bir türlü kabul edemiyor. İçindeki o toksik ve yaralı adam buna izin vermiyor. Lale ise duyduğu bu yoğun aşk etkisinden dolayı yanlış kararlar veriyor. Kenan, Lale için görünürde bir fedakarlık yapmaz iken Lale, Kenan için kendinden bile vazgeçmeye hazır ne yazık ki..

Hepsi bir yana, Lale Kıran bu günlere hiç kolay gelmedi. Yanında Kenan olsun veya olmasın Lale yine bizim bildiğimiz Lale olmaya devam etti. Kenan’ın Lale’si değildi o. Kendi hikayesini yazan o cesur kadındı. Ortadoğu’da haberi için kurşun yiyen kadındı.
Kenan da Lale’nin Kenan’ı değildi. Tek başına batmak üzere olan bir kanalı toparlayan o kahramandı. Lale ve Kenan ayrıydı. Düşünceleri, yaptıkları, vazgeçmeyişleri, savaşma şekilleri. Onlar çok ayrıydı fakat kalpleri hiç ayrılmadı.
Dizi için final sezonu dense de sonunda gördük ki dizi yeni başlıyordu. Tadında bitirilmesi anlamında buraya kadar tamamız. Fakat görmek isteyip göremediğimiz şeyler de yok değil. Aslı Kuş ve Lale’nin yeniden doğma hikayesi izlemeye değerdi.
Oyunculuklara bir parantez açılmalı. İkili yüzleşme sahneleri uzun, zamandır dizilerde göremediğimiz kalitede yazılmış ve oynanmış. Birce Akalay-İbrahim Çelikkol, Miray Daner-Birce Akalay sahneleri adeta başyapıt. Varoluşsal sıkıcı iç dökmeler,süslü edebi sözler yerine ilmek ilmek işlenen “şuan ne diyecek acaba” dedirten diyaloglar ve oyunculuklar var.. Ayrı ayrı her oyuncuya tebrikler!
Peki eskiler yeniler çatışmasını kim kazandı? Bu savaşın bir kazananı veya kaybedeni var mı? Siz ne yapardınız? Her şeye rağmen savaşıp hayatınızı geri alır mıydınız yoksa sıfırdan yeni bir hayata mı başlardınız?
Yepyeni maceralarda yine buluşalım isterim, sevgiyle efendim.. 🙂
Yorum yok