Netflix’te yayına girdiğinden kısa bir süre sonra 80 ülkede top 10 listesine girdiği açıklanan “Biz Kimden Kaçıyorduk Anne?” dosyasını ben de açıyorum. Başrollerinde Melisa Sözen ve Eylül Tumbar’ın olduğu dizi, Perihan Mağden’in aynı adlı romanından uyarlama. Bir anne-kız hikayesi olan dizi, siyahlar içinde olan “Anne” ve rengârenk “Bambi” ikilisinin kaçış hikâyesi. Hem kendilerinden hem de hayattan..

Bir çocuk kitabı olan “Bambi” öyküsünü kendi hikayeleri ve hatta kutsal kitapları olarak benimseyen bu ikili, hayatları boyunca aynı Bambi gibi tehlikelerden ve avcılardan kaçıyor. Yerleşik düzenleri olmayan Anne ve Bambi, kaldıkları otelleri kendi yuvalarına çeviriyor. Anne, Bambi’ye karşı bir tehlikenin olduğunu düşündüğü an, otelden ayrılıyorlar. Ve arkalarında cesetler bırakarak. Anne, kızı için canavarlarla savaşırken bir canavara dönüşüyor.

Anne’nin dram dolu geçmişine göz atıyoruz aynı zamanda. Neden Bambi ile hep kaçıyorlar veya kaçacaklar? Anne, kendi tabiriyle buzlar kraliçesi bir anne ve ilgisiz bir baba ile büyümüş. Annesini Başak Daşman çok başarılı bir şekilde canlandırıyor. Soğuk ve sert rollerin insanı olduğunu çok güzel kanıtlamış. Musa Uzunlar ise zengin ve sevgisiz bir babayı müthiş canlandırıyor. Anne hep yalnız, hep korkular içinde büyümüş. Genç yaşında hamile kalmış ve bebeğini o sevgisizlikten kaçırmaya karar vermiş. İşte o zaman başlamış bu macera. Anne, Bambi’ye böyle yapmayacaktı. Onu hiç yalnız ve sevgisiz bırakmayacaktı. Gerekirse bunun için büyük savaşlar verecekti. Veriyor da. Anne için diğer insanlar “takma ruhlar, kötü kalabalıklar” diye tanımlı. Çünkü hepsi birer canavar olabilir ve en önemlisi Bambi’ye zarar verebilirler.

Aslında Bambi’nin kendisine benzemesini istemeyen Anne, onu kendiyle zıt şekilde renklerle süslüyor. Onu hayattan, gerçeklikten, takma ruhlardan uzak tutuyor. Ve geçmişini şu zamana kadar hiç anlatmamış. Ne babasını, ne dedesini ne bir başkasını. Aslında dizide çok fazla cevap bulamadığımız soru var. Bambi’nin babasına ne olduğunu hiç bilemedik. Bambi, hayatında tek tanıdığı insan olan annesinin doğrularından başka doğru bilmemiş, görmemiş. Hayata karşı toz pembe bakmaya zorlanıyor. Çünkü eğer kötülükleri görürse, onlarla savaşmaya zorlanır ve bir canavara dönüşür. Hiç arkadaşı, okulu, öğretmeni, öğreteni olmamış Bambi’nin. Ezberlediği, okuduğu, hayat diye tanımladığı tek şey Bambi’nin öykü kitabı. Tek bir şeyden çok emin. Avcıların içinde hayatta kalabilmek için kaç. Çünkü hep peşlerindeler. Kaçamıyorsan da avcının kendisi sen ol. Anne, her ne kadar Bambi’ye böyle bir dünyayı göstermek istemese de Bambi artık bu dünyanın bir parçası. Bambi de artık annesi gibi bir avcı..

Melisa Sözen, hasta bir anneyi muhteşem oynamış. Tüylerim diken diken oldu. Gördüğü o karanlık dünyanın içinde Bambi’ye ayakta kalma öğütleri verirken hep çok sakin. Fakat o kadar savunmasız ki kaçmaktan başka bir yol bilmiyor. Çocukken uğradığı karga saldırısı, onun için bir milat olmuş. İşte o an anne bir karganın yavrusu için neler yapabildiğini gördü. Ve kendisi de o karga gibi yavrusunu koruyabilmek için avcılardan tek tek hesap sordu. Siyah makam arabalarından hep korkuyor. Biliyor ki babası, akrabalar hep o arabalardan kullanıyor. O arabaların içinde kötü insanlar var.. Annesi de öyle bir arabanın içinde can verdi. Çünkü o arabayı da ailesini de kendisi yok etti. Kaybedeceği iki şey var yalnızca. Biri para biri de Bambi. Para, yalnızca kaçış için bir araç. Fakat Bambi, hayatın ta kendisi demek.

Güzel kız Bambi, hayata toz pembe bakan, rengarenk giysiler giyen ve annesinin götürdüğü cennetten hallice otellerde yuva arayan bir çocuk. Öyle ki kaldığı odaları hayal ettiği odalara dönüştürüyor annesiyle. Odalarına kimseleri almıyorlar. Çünkü alırlarsa dünyalarına yabancı takma ruhlar ortak olacak. Bu hayatta Bambi’nin en iyi öğrendiği şey hem kendini hem de annesini koruyabilmek. Böylece kendini avcı olmaya hazırlamış. Baba ile Anne’nin yüzleşme sahnesinde Bambi’nin gözünü kırpmadan dedesini öldürmesi de bunun kanıtı. Anne, Bambi’nin kendisi gibi avcı olmasını her ne kadar istemese de bunu kendi gözleri görüyor. İşte o nokta, bu zamana kadar sakinliğini, soğukkanlı duruşunu koruyan Anne’yi dibe sürüklüyor. O noktadan sonra Anne kontrolü tamamen kaybediyor. Paraları ve cennet otelleri ellerinden kayıyor ve kaldıkları lüks suitlerden pansiyon odalarına kadar düşüyorlar. Eylül Tumbar’ın ilk oyunculuk tecrübesinde böyle zor bir rolün altından kalkabilmesi büyük başarı. Kendini izletebilmesi, Bambi gibi bir karakterin psikolojik durumunu yansıtabilmesi harika. Umarım yolu çok açık olur.

Hikâyenin sonu, bir dönüm noktası. Kimilerine göre bir son, kimisine göre bir başlangıç. Fakat çok büyük bir acı daha olduğu kesin. Bambi artık yalnız. Bambi, hayatta kalmak zorunda. Ve her türlü olasılık hesabının çöktüğü bir dünyada.. Şimdi başka bir dünyası var. Gidiyor ama nereye?

Dibe vurmanın en iyi yanı, mutlaka bir çıkış yolu olduğunun bilinmesidir. Çünkü artık gidecek başka yerin kalmamıştır. Bundan sonrası ne olur bilinmez fakat Bambi, ezberlediği o kitaptan şaşmaz. Sonunu izlediğimde aynen böyle düşündüm. Soluksuz izlediğim bir dizi oldu. Çok zor bir türün altından kafada soru işaretleri olsa da altından kalkmışlar. Emeği geçen ve hikâyeyi böyle işleyen herkesin emeğine sağlık Böyle kaliteli işler çoğalır umarım. Bambi ve Anne’ye çok sevgiyle..

Yorum yok

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir