Sevgili okuyucularımız, umarım iyisinizdir. Biz, geleceğe mektuplar yazmakla meşgulüz! Bazı zamanlar gelir, iştah ile duygu aktarmak istersiniz. İşte “Geleceğe Mektuplar” öyle bir iş oldu. İçimde bu işe dair ne kadar duygu varsa aktarmaya geldim.

Frizbi Tv kuruldu kurulalı bu kadar istekle “duygu aktarımı” yapmayı istediğim çok az dizi oldu. İşte bu da onlardan biri.

Peki nedir bu mektuplar?

Yıl, 2003. İstanbul’da Sanver Lisesi Edebiyat Kulübü öğrencileri 20 yıl sonrasına mektuplar yazıyorlar. Edebiyat öğretmenleri Fatma Ayar, bu mektupların hepsini saklıyor. Bir de not düşüyor, unutmasın diye.. Ama unutuyor. Hayat ya bu, sağı solu belli olmuyor işte. Onun yerine kızı Elif, mektupları gerçek sahiplerine ulaştırıyor. Ve olanlar oluyor.. Geleceğe Mektuplar, unutulmaz bir yolculuk, bir kendini bulma ve iyileşme yolculuğu. İyileşmeyi unutan tüm kırık kalplerin kırıldıkları yerden sızladıkları bir hikaye.

Elif Ayar. Fatma Ayar’ın kızı. Yıllar sonra annesinin Fatma hoca olmadığını anlıyor ve işte onun kendine yolculuğu böyle başlıyor. Güneş Nezire Şensoy, başarılı bir Elif çıkartmış ortaya. Yaralarını sahipleniş biçimi, gerçeğinin üstünü örtmeye çalışmaması, olabilecek en güçlü biçimde hayatını sorgulaması inanılmazdı. Annesi sandığı Zuhal ile yaşadığı çatışma, birbirlerinden oldukça zıt olmalarına rağmen onu sahiplenişi, onun da yaralarını iyileştirmeye çalışması harikaydı. Güneş Nezihe Şensoy ilk kez izlediğim bir isim ve bundan sonraki projelerini merakla bekleyeceğim.

Zuhal.. Yani ne diyebilirim nasıl başlarım diye de çok düşündüm aslında. Gökçe Bahadır’ın yarattığı olağanüstü Zuhal Tunalı’yı sabahlara kadar övmek istedim. Zuhal inanılmaz yaralı birisi. Belki de dizinin en yaralı karakteri. İçini açtıkça bambaşka birisi çıkıyor. Abisi, ailesi, yaşadığı yer.. Hiç oraya, ailesine ait olmamış gibi bir hayat çizmiş kendine. Kendi yalnızlığını “takipçileri” ile örtmek isteyen bir influencer olmuş. Dıştan bakan yaralarını göremesin diye yaşamış hep hayatını. Işıklar, mükemmel elbiseler, davetler, takipçiler, etkileşimler.. Bu ışıltılı hayatın içinde kaybolmuş Zuhal. Kendine bir kimlik yaratmaya çalışırken kendini unutmuş Zuhal.. İşte bu da onun iyileşme yolculuğu. Elif, Zuhal’e iyileşebileceğini, sahte değil gerçek bir kalabalık olabileceğini, gerçek sevgi için nasıl bir bedel ödeyebileceğini gösterdi. Zuhal, Elif’in yanında gerçek Zuhal’i buldu. Geçmişe bir silgi çekti ve geleceğin elinden tuttu. Açmaya cesaret edemediği mektupta çizdiği o yarım evi tamamladı. Çünkü yarım kalmıştı Zuhal. Hayatın her çeyreği olmuştu ama bir tam olamamıştı. İşte şimdi tamamlandı Zuhal..

Seda Karasalihli… Dizinin bel kemiklerinden biri, keskin bir bıçak gibi. Kesip attı kalbimizden bir parça, öyle gitti. Tek kabahati Zuhal’in abisi kantinci Levent oldu. Pırıl pırıl bir gençti Seda. Her liseli gibi gülüp eğlenmek, bazen çıldırmak, ama hep de gülmek istiyordu. Yolculuğun en sapa, en girilmez, en çıkmaz sokağını seçti. Acılarını unutmak için, yanlış bir merhem seçti. Ve sonunda, gelecekteki mektubunu göremeden ayrıldı aramızdan. Aramızdan diyorum, Seda bizden biri. Hepimiz gibi.. Böyle veda etmemeliydi Seda, bu kadar unutmamalıydı iyileşmeyi, çığlığını herkes zamanında duymalıydı. Çok kırgınım böyle bir sonu olduğu için. Çağıl Aydıner için de bir teşekkürüm var, onu izlemek büyük zevkti. Memnun olduk tanıştığımıza.. Seda’sı su gibi aktı, onunla kalbimizden bir parça beraber gitti..

Her bir karakterin o kadar çok katmanı var ki, açıldıkça bambaşka birileri çıkabiliyor ortaya. Gri demek haksızlık olur, iyileşmeyi unutmuş veya ertelemiş hayat yolcuları diyeceğim ben.

Mert Tezvar. Dizide en çok içselleştirdiğim karakterler Mert ve Banu oldu. Mert’in hem cool, hem duygusal, hem de içinde hayata karşı büyük bir isyan olması onu bambaşka biri yapıyor. Tuttuğunu koparmaya çalışırken başına gelenler onu iyileşmeyi unutan, yaralı biri yaptı. Ne kadar reddedip kabul etmemiş olsa da Banu’ya olan aşkı onu büyüttü, olgunlaştırdı, derinleştirdi. Yaşamak neymiş belki de Banu ile öğrendi. Banu ile kırdı zincirlerini, onunla kendisi oldu, kendini buldu. Can Bartu Aslan son zamanlarda gördüğüm en yetenekli genç oyunculardan biri, gözleriyle oynuyor diyebiliriz. Yolu hep açık olsun. Harika bir Mert yarattı.

Sıra geldi canım Banu’ya. Banu Toker, sen, aşk konusunda en kalbi kırık olandın. Aşkına bir türlü karşılık bulamadığını sandın, zorbalandın. Olduğun gibi kabul edilmemek oldu senin de sınavın. Yaralarına merhem olacak birini çok sevdin. O sadece çocuktu,sen küçük yaşta çok büyümüştün sadece. İkiniz de büyüyünce anladınız ki yaraların çaresi ikinizmişsiniz.. Nilüfer Bayraktutan diyip susmak istiyorum. O kadar saf o kadar temiz bir Banu vardı ki karşımızda. Seda’nın dayandığı tek duvar oldun, yeri geldi sırdaş oldun, zorbalanıp susan oldun, en çok büyüyen ve büyüten sen oldun.

Banu biziz, bizdik, biz olacağız. Kilosu sebebi ile zorbalanan, kalbi yerine kiloları görülen, içi saf temiz, kötülük olmayan herkesin sesi oldun sen. İyi ki Banu sen olmuşsun Nilüfer Bayraktutan. Bizi onunla en saf en temiz haliyle tanıştırdın. İnce ince işlemiş Banu’yu mesela, ilk öpücüğünü, ilk kalp atışını, ilk aşık oluşunu minik tebessümler ve geçmişteki mutlu günlerimize duyduğumuz özlemle izledik..

Dizinin en büyük çatışması, Elif’in gerçek ailesini bulmasıydı. Gerçekten kimdi peki bu insanlar? Hep tahminler yürüttük elbette ki, annesinin Banu olacağını bildik ama babasının Murat olacağını pek düşünmemiştim. Babası bizim cool çocuk Mert çıkar diye düşünmüştüm. Büyük sürpriz oldu. Murat için de o kadar üzüldüm ki. Gençliğini Kerem Alp Kabul’un ve orta yaşlı halini ise Erdem Şenocak’ın canlandırdığı karakter, aslında çok iyi bir insan. Murat, Banu’ya aşık ama bir türlü karşılık bulamamış, onun şoförü olmayı bile kabul etmiş. Yeter ki yanında olsun. Aslında dizide en yakın arkadaş ve yoldaş olarak lanse ediliyor belki de öyledir gerçeği ama ben Murat’ın Banu’ ya çok aşık olduğunu düşünüyorum. Mert basket bursu almasın diye idrar tahlilini değiştiren Murat çıkmıştı. Banu’nun Mert’i sevmesini ve Mert’in Banu’yu her fırsatta üzmesine dayanamıyordu hiç.. Aralarındaki arkadaşlığı çok sevdim.

Ve Selin Yeninci’nin Banu yorumuna şapka çıkardım, önümü ilikledim. Geçmiş yaralarını kapatmış, üzerine yeni yaralar açmış, onları da büyük bir olgunlukla karşılamış biri olmuş. Eskiye göre çok daha olgun, çok daha sakin ama içindeki o ürkek kız çocuğu hala ilk günkü gibi. Mert’e olan aşkı gibi. Acılarını sahiplenmiş, içindeki küçük kız çocuğunu örtmüş, bastırmış ama yıllar sonra Mert ile o küçük kız yine özgür kalmış..

Erdem Şenocak harika bir “Murat” koydu önümüze. Çok yaralı çok, sevmediği bir evlilikten hasta bir evladı var içten içe çok sevdiği ama kendine bile itiraf edemediği.. Sevmeden kurulan bir evliliğin adı oldun Murat. Herşeyini kaybetmiş  belki ama harika bir aile kazanmış aslında.. Sadece geçmişin izlerini bir türlü silemiyor. Elif’e belki baba olamadın ama oğluna umarım olabilirsin artık..

Mert Tezvar, her yaşında bu kadar dokunamazsın hayatımıza. Bu kadar derin olamazsın.. Onur Tuna, öyle bir Mert giymiş ki üzerine, Banu’ya ve geçmişe daha iyi bir merhem olamazdı. İçindeki zincirleri kırdı, kalbini özgürleştirdi. Aşkına sahip çıktı, duygularından korkmadı ilk defa. Ne ise o oldu. Hayatını yaşadı.

Onur Tuna çok çok beğendiğimiz sesiyle, gözleri ile oynayan biri gerçekten. Bu arada yeni şarkısını da dizide duyuyoruz. “Yorgun Da” tam bir Banu & Mert şarkısı. Onları anlatıyor tam da.. İki hayat yorgunu aşığın nihayet birbirlerinde uyuyakalmış olmaları..

Hep yarım kalan ve seneler sonra alevlenen aşkları sevmişimdir, Banu ve Mert de öyle işte. Çocukluk gençlik fark etmeksizin aşk aşktır demek ki, bazen ciddiye almasak da ileride dönüp bizi bulabilirmiş mesela.. Gençtik, çocuktuk, gelip geçerdi sandık. Bazen değilmiş işte.

Bir şekilde dünyaya yeniden gelenlere, iyileşmeyi seçenlere, kendini bulanlara, bulmaya çalışanlara.. Ve, kendinin farkında olmayanlara gelsin bu şarkı..

Ah Levent ah. Sana tam olarak ne yazsam bilemiyorum. Tüm bu hayatların dağılmasının tek sebebi sensin. Seda’nın gidişinden sonra hiç eskisi gibi olmadı hayat. Ve tüm bunların sorumlusu sensin. Zuhal’in abisi olduğunu gizlemesinin sebebi de sensin.

Cezasını oldukça çekmiş bir Levent görsek de yaptıklarını aklayacak bir cümle yok. Kendi bencilliği ve kötülüğü ile başbaşa kalmış bir şekilde.

Bu kadar karanlık ve kötü bir karakteri Saygın Soysal efsane oynamış! Gökçe Bahadır ile karşılıklı döktürmeleri için bile izleyebilirsiniz bu diziyi. İki kardeşin çatışması, pişmanlıkları, her şeye rağmen kalplerinden gelen o sevgiyi öyle güzel anlatmışlar ki.. Levent’in keşke Zuhal’e gerçekten abi olduğu bir hayat olsaydı. İkisi de böyle kaybolmazdı, birbirlerine tutunurlardı..

Fatma Ayar’ın öğrencileri ve kendilerine yolculukları.. Ahmet, Mert,Murat, Seda, Banu,Zuhal.. Bize büyük dersler verdiler. Hayat bir yolculuk ve yolculuğun rotasını da kaderini de bizim seçimlerimiz belirliyor. Pişmanlıklar bizi büyütüyor ama içimizdeki çocuk hiç ölmüyor. Belki de yolculuğun rotasını içimizde hiç ölmeyen o çocuk belirliyor.

Berk Özgür, Çağıl Aydıner, Kerem Alp Kabul, Can Bartu Aslan, Deniz Bakacak, Nilüfer Bayraktutan… Geleceğe Mektuplar, bu kadroyu bizlere tanıttığı için de iyi ki var. Son zamanlarda gördüğüm en iyi gençlik dizisi castı. Yepyeni yüzleri kazandırdı sektöre, bu yüzden de takdir edilmeli.

Ve İpek Türktan, yani Fatma Ayar.. Banu’nun Elif’i emanet ettiği yüce gönüllü insan. Her insanın unutmadığı, iz bırakan bir öğretmeni vardır mutlaka. Fatma hoca da Sanver lisesinin ve Edebiyat Kulübünün iz bırakanı oldu. Tek sitemim Fatma Hoca’yı biraz daha fazla izlememiz üzerine oldu açıkçası.

Sanki biraz daha fazla tanıyabilirdik, biraz daha tanık olabilirdik edebiyat sevgisine. İpek Türktan çok zarif çok kibar bir Fatma Ayar çıkartmış.

Geleceğe Mektuplar, benim kendi yolculuğuma da dokundu, eminim izleyen herkese dokunmuştur. Gözümde yaşla bitirdim.

Bir şekilde dünyaya yeniden gelenlere, iyileşmeyi seçenlere, kendini bulanlara, bulmaya çalışanlara.. Ve, kendinin farkında olmayanlara gelsin bu şarkı..

Yine ben miyim düşen?

Hiç zamanım da yok ki

Yine ben kopup gelen

Bilmediğim şey yok ki

Yine de geldim dünyaya

Yine de geldim dünyana…” 

-Mor ve Ötesi – Re (Dünya Yalan Söylüyor, 2004)

Kendi yolculuğunuzda mutlu kalın.. Yepyeni dünyalarda görüşmek üzere..

Yorum yok

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir